Sultanahmet Meydanı - İstanbul
Tam on sekiz yüzyıldır yerinde duruyor. Üstelik bir meydan olma özelliğini hiç yitirmeksizin duruyor. Her dönem farklı bir isimle anılmış. İstanbul’un can yoldaşı, tüm dönemleri birlikte atlatmışlar. İmparatorların, sultanların ve halkların meydanı Sultanahmet muhteşem bir açık hava müzesi.
Öyle bir meydan düşünün ki, hem bir kentin tüm dönemlerine tanıklık etsin, hem de tüm bu dönemlerden birer ikişer anıtı bağrına bassın asırlara meydan okurcasına. Bir tarafında asırlık çınarlarının arasında yükselen anıtlar olsun, diğer taraflarında ise camiler, saraylar, çeşmeler olsun. Turistler, fotoğraf meraklıları ve İstanbul’dan haz almayı bilenlerin nefesleriyle geçmişini, geleceğini birleştirsin; her daim gözde ve gizemli olsun. Dünyanın en güzel kentlerinden birinin kalbinde yer alır Sultanahmet Meydanı ya da diğer adıyla At Meydanı. Şehirlerin sultanı İstanbul’un en vazgeçilmez parçasıdır bu meydan. İstanbul’un bu en ünlü meydanı, M.S. 2. yüzyılda Roma İmparatoru Septimus Severus’un, kendisine ihanet eden Byzantium’u yerle bir etmesinden sonra kurulmuştur. İmparatora ihanet etmek, Konstantinopolis’ten önceki adı Byzantium olan İstanbul için tam anlamıyla bir yıkım olsa da, kent İmparator’un emriyle tekrar kurulmuş ve tüm yapıları yeniden inşa edilmiş. Değişik uygarlıklara ait anıtlarıyla görenleri hayrete düşüren meydan, eski Yunanca’da ‘At Yolu’ anlamına gelen Hipodrom sözcüğüyle adlandırılmış. Burada araba yarışlarının yanı sıra, gladyatör dövüşleri ve vahşi hayvan dövüşleri de düzenlenmiş. Hipodrom o tarihten beri sürekli geliştiyse de asıl önemini, kenti 11 Mayıs 330’da Bizans’ın başkenti ilan eden I. Konstantinus zamanında kazanmış. Bu dönemde Hipodrom, 120 metre genişlikte ve yaklaşık 500 metre uzunlukta bir sosyal alana dönüştürülmüş ve yüz bin kişilik bir seyirci kapasitesine kavuşmuş. Rakip takımlar farklı renklerle ifade ediliyormuş; maviler, yönetimi ellerinde tutan toprak sahibi asil tabakayı, yeşiller ise ticaretle uğraşan halkı ve memurları temsil ediyormuş. Böylece Hipodrom siyasal, sosyal ve dini rekabetin kızıştığı bir alan haline gelmiş. Binlerce yıllık anılarıyla ve büyülü masalları çağrıştıran atmosferiyle bu meydan, yerli yabancı demeden tüm gezginlere karşı konulmaz bir zaman tünelinin kapısını fısıldar gibidir. Bu büyülü Hipodrom’da yürürken her an yeni bir güzellikle karşılaşacakmışsınız hissi kaplar içinizi. Ortam hayal kurmaya, geçmişi düşünmeye o kadar elverişlidir ki, kısa bir kahve molasında ya da meydanda “şöyle bir turlarken” bile geçmişin gizemiyle karşılaşırsınız ister istemez.
Eski taşların dilinden anlamadığınıza hayıflanırken gözünüzün önünde bir görüntü belirir. Meydan modern halinden farklıdır. Binalar daha az, anıtlar çok daha görkemlidir. Dil ve din de değişiktir. Birden Bizans olur her yer ve at yarışlarının kalbi olan Hipodrom’dasınızdır günümüzden asırlarca öncesine giderek. Binlerce yıl öncesinin heyecanı, kazanma azmi sarıverir tüm bedeninizi. Upuzun alanın her yerinden yükselen bağrışmalar ve durmaksızın yükselen alkışlar kanınızı dondurur adeta. Antik çağlarda asaletin simgesi olarak kullanılan eflatun elbisesi içinde, ‘Kathisma’ denilen imparator locasında halkı ve yarışmacıları selamlayan imparatoru görmek için parmak uçlarınızda yükselirsiniz sanki. Hınca hınç dolu bu insan kalabalığında gözler yarışçıları arar sabırsızlıkla. Etrafınızdaki herkes çığrından çıkmış tuhaf bir eğlencenin parçası gibidir; hayranı olduğu yarışçının adını haykıranlar, dua edenler, şans dileyenler... Hepsi yarışçıların gelişiyle daha da heyecanlanırlar ve dalga dalga yayılan coşkuyla siz de yerinizde duramazsınız artık. Tozu dumana katan yarışçıların çığlıkları ve atların nal sesleriyle çınlar her yer. Yer gök rekabet olur o an. Azmin ve sabrın hırsla birleştiği bir meydana döner Hipodrom. Bizans’ın ünlü Hipodromu’ndan günümüze dönmeniz hayli zor olsa da, daha görülecek çok eser olduğunu bilmenin keyfiyle Hipodrom’da yürümeye devam edersiniz. Alanın ortasına yerleştirilen zafer anıtları ve bronz heykellerle Hipodrom, nefes nefese seyredilen yarışlara ev sahipliği yapmasının yanı sıra, aynı zamanda bir çeşit açık hava müzesi görünümü kazanmış. I. Konstantinus ve sonraki imparatorlar Hipodrom’u antik uygarlıklara sahip ülkelerden getirdikleri mermer, tunç ve bakır heykellerle süslemişler güç ve görkemin simgesi olsun diye. Sultanahmet Meydanı’nda görülebilen iki anıtsal dikilitaş ve bir bronz sütun, asırlık bu meydanı süslemeye devam ediyorlar mağrur ve asil bir edayla. Meydandaki iki dikilitaşın ortasında yer alan bronz sütun, aslında eski Yunanlılar’ın, Persler’e karşı kazandıkları zafer anısına diktikleri bir anı sütunu. Yunanistan’daki Delphi kentinden getirtilen ve Burmalı Sütun ya da Yılanlı Sütun olarak bilinen bu anıt, birbirine sarılmış üç yılan gövdesinden oluşuyor. Yılan başlarının arasında da, zaferi bağışlayan tanrı Apollon’un kutsal kazanının bulunduğu düşünülüyor bilim adamları tarafından. Günümüzde ne kazan yerinde, ne de yılanların başları. Geçen zamanla birlikte İstanbul, bu güzel anıtının üst kısmını kaybetmiş. Ancak yılan başlarından bir tanesi, alanda yapılan kazılarda bulunmuş ve bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergileniyor.
Meydandaki en dikkat çekici anıt kuşkusuz, Mısır’dan getirtilen hiyerogliflerle bezenmiş Dikilitaş. Bu anıt 18. sülâle hükümdarlarından III. Thutmosis’in (M.Ö. 1502-1448) kazandığı zaferlerin anısına 1450’de Karnak’ta diktirdiği taştır. Mısır dikilitaşları, Romalıların başka uygarlıklara ait anıtları, güç gösterisi olarak başkent Roma’ya getirtmeleri merakı yüzünden yerlerinden alınarak taşınmışlardır. I. Konstantinus da, kurduğu Konstantinopolis’i güzelleştirmek için anıtlar getirtilmesini emretmiş ve bu emir sayesinde İstanbul’a antik eserler getirtilmiş. Hipodrom’un ortasındaki ‘Spina’ denilen yere MÖ. 390 yılında dikilen bu taş kendisini diktirten imparatorun adından dolayı Theodosius Dikilitaşı olarak da anılıyor. Dört yüzünde kabartmalar bulunan bu dikilitaşın en üst noktasındaki bronz küre 865 yılındaki bir depremde düşmüş ve bir daha yerine yerleştirilmemiş.
Dikilitaş’taki yazıda zenginliğini, gücünü ve yeteneğini, güneşin altın renklerini dünyaya saçan tanrı Amon‘dan alan 18. sülâleden III. Thutmosis’in, Tanrı Amon’a şükran borcunu ödemek için, armağanını sunmasından bahsediliyor. Dikilitaş, kendisi gibi dört yüzü kabartmalarla süslü bir kaide üzerinde yükseliyor. Kaidenin üst kısmındaki kabartmalarda konu olarak İmparator I. Theodosius’un Hipodrom’daki görüntüleri işlenmiş. Alttaki kabartmalarda ise en dikkat çeken bölüm, dikilitaşın dikilişi sırasında yapılan işlemleri gösteren bölüm. Taşın halatlarla çekilmesi ve dikilmesi açıkça görülmektedir. Kaidede biri Yunanca, diğeri de Latince olan iki yazıt bulunuyor. Bu yazıtlarda taşın otuz günde dikilebildiği anlatılıyor. Asırlar boyunca İstanbul’daki bir çok ayaklanmaya, savaşa, yangına, kutlamaya, törene tanıklık eden dikilitaş, 17. yüzyılda Evliya Çelebi tarafından İstanbul’u felaketlerden koruyan bir tılsım olarak tanımlanmış. Hipodrom’daki diğer dikilitaş, 7. Konstantinus (911-955) tarafından M.S. 944 yılında dikilen Konstantinus Sütunu ya da Örme Sütun olarak anılan dikilitaştır. Anıtın üzerinde zamanında savaş kabartmalarının betimlendiği bronz levhalarla kaplıymış. Ancak 1204’te tüm İstanbul’daki anıtların yağmalanmasına neden olan Latin istilası sırasında bu levhalar sökülerek para basmak için eritilmiş. İstanbul’un tüm eserlerinin yağmalandığı Latin istilasında İstanbul’dan alınarak götürülen dört bronz at heykeli tahrip olmaktan kurtulmuş olsalar da, bugün İstanbul’dan çok uzakta Venedik’teki San Marco Katedrali’nin üst kısmında bulunuyorlar.
Osmanlı döneminde At Meydanı olarak anılan Hipodrom sipahilerin talim yeri olmanın yanı sıra, cirit yarışmalarının da yapıldığı bir alan olarak kullanılmış. Osmanlıların At Meydanı’ndaki en büyük yapıları Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından İbrahim Paşa’nın Sarayı ile Sultan I. Ahmet’in yaptırdığı Sultan Ahmet Camii. 1609-1616 yılları arasında yaptırılan Sultanahmet Camii, mavi, yeşil ve beyaz renkli göz alıcı çinilerle bezendiği için Dünyada ‘Mavi Cami/Blue Mosque’ olarak tanınıyor. Caminin külliyesi içinde bulunan Arasta Çarşısı Türk el sanatları, çini, dokuma, halı ve kilim gibi ürünlerin satıldığı bir çarşı. Bu çarşıda yer alan Mozaik Müzesi’ndeki taban mozaikleri Bizans’ın en önemli saraylarından biri olan Büyük Saray’a ait. İbrahim Paşa Sarayı günümüzde Türk ve İslam eserleri Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzenin, Hipodrom’u yukarıdan gören kafesi, günün yorgunluğunu atmak için ideal bir mola yeri olarak karşımıza çıkıyor. Sultanahmet Camii’nin minareleriyle yarışan dikilitaşlar eşliğinde bir Türk kahvesi içmek vazgeçilmez bir keyif olarak yapılması gerekenlerden. Meydandaki anıtların zaman ve tarz farklılıklarına bir örnek de, zarif ve asaletli görünümüyle meydana renk katansa Alman Çeşmesi’dir. Çeşme, Alman İmparatoru ve Prusya Kralı II. Wilhelm’in, ikinci İstanbul ziyaretinin anısına, Alman hükümeti tarafından hediye olarak yaptırılmış. 1901 yılında törenle açılan Alman Çeşmesi, Osmanlı şadırvanlarıyla Avrupa mimarisinin güzel bir birleşimi olarak, her gün yüzlerce turisti karşılamaktadır zarif bir ev sahibesi gibi. Çeşme yapısının kubbesinin mozaikli iç yüzünde, dördü Sultan II. Abdülhamid’in tuğrası olmak üzere, diğer dördü de Kral Wilhelm’in simgesi olan sekiz arma yerleştirilmiş.Hipodrom, At Meydanı ya da Sultanahmet Meydanı adına ne denirse densin bu meydan, İstanbul’un en eski anıtlarını bitip tükenmeyen bir sabırla günümüzle buluşturuyor. Kah ışıl ışıl minarelerinin siluetini sunuyor gezginlere, kâh Mısır’ın, Eski Yunan’ın, Osmanlı’nın geçmişini tanıştırıyor her yeni gelen gezgine inatla.
Öyle bir meydan düşünün ki, hem bir kentin tüm dönemlerine tanıklık etsin, hem de tüm bu dönemlerden birer ikişer anıtı bağrına bassın asırlara meydan okurcasına. Bir tarafında asırlık çınarlarının arasında yükselen anıtlar olsun, diğer taraflarında ise camiler, saraylar, çeşmeler olsun. Turistler, fotoğraf meraklıları ve İstanbul’dan haz almayı bilenlerin nefesleriyle geçmişini, geleceğini birleştirsin; her daim gözde ve gizemli olsun. Dünyanın en güzel kentlerinden birinin kalbinde yer alır Sultanahmet Meydanı ya da diğer adıyla At Meydanı. Şehirlerin sultanı İstanbul’un en vazgeçilmez parçasıdır bu meydan. İstanbul’un bu en ünlü meydanı, M.S. 2. yüzyılda Roma İmparatoru Septimus Severus’un, kendisine ihanet eden Byzantium’u yerle bir etmesinden sonra kurulmuştur. İmparatora ihanet etmek, Konstantinopolis’ten önceki adı Byzantium olan İstanbul için tam anlamıyla bir yıkım olsa da, kent İmparator’un emriyle tekrar kurulmuş ve tüm yapıları yeniden inşa edilmiş. Değişik uygarlıklara ait anıtlarıyla görenleri hayrete düşüren meydan, eski Yunanca’da ‘At Yolu’ anlamına gelen Hipodrom sözcüğüyle adlandırılmış. Burada araba yarışlarının yanı sıra, gladyatör dövüşleri ve vahşi hayvan dövüşleri de düzenlenmiş. Hipodrom o tarihten beri sürekli geliştiyse de asıl önemini, kenti 11 Mayıs 330’da Bizans’ın başkenti ilan eden I. Konstantinus zamanında kazanmış. Bu dönemde Hipodrom, 120 metre genişlikte ve yaklaşık 500 metre uzunlukta bir sosyal alana dönüştürülmüş ve yüz bin kişilik bir seyirci kapasitesine kavuşmuş. Rakip takımlar farklı renklerle ifade ediliyormuş; maviler, yönetimi ellerinde tutan toprak sahibi asil tabakayı, yeşiller ise ticaretle uğraşan halkı ve memurları temsil ediyormuş. Böylece Hipodrom siyasal, sosyal ve dini rekabetin kızıştığı bir alan haline gelmiş. Binlerce yıllık anılarıyla ve büyülü masalları çağrıştıran atmosferiyle bu meydan, yerli yabancı demeden tüm gezginlere karşı konulmaz bir zaman tünelinin kapısını fısıldar gibidir. Bu büyülü Hipodrom’da yürürken her an yeni bir güzellikle karşılaşacakmışsınız hissi kaplar içinizi. Ortam hayal kurmaya, geçmişi düşünmeye o kadar elverişlidir ki, kısa bir kahve molasında ya da meydanda “şöyle bir turlarken” bile geçmişin gizemiyle karşılaşırsınız ister istemez.
Eski taşların dilinden anlamadığınıza hayıflanırken gözünüzün önünde bir görüntü belirir. Meydan modern halinden farklıdır. Binalar daha az, anıtlar çok daha görkemlidir. Dil ve din de değişiktir. Birden Bizans olur her yer ve at yarışlarının kalbi olan Hipodrom’dasınızdır günümüzden asırlarca öncesine giderek. Binlerce yıl öncesinin heyecanı, kazanma azmi sarıverir tüm bedeninizi. Upuzun alanın her yerinden yükselen bağrışmalar ve durmaksızın yükselen alkışlar kanınızı dondurur adeta. Antik çağlarda asaletin simgesi olarak kullanılan eflatun elbisesi içinde, ‘Kathisma’ denilen imparator locasında halkı ve yarışmacıları selamlayan imparatoru görmek için parmak uçlarınızda yükselirsiniz sanki. Hınca hınç dolu bu insan kalabalığında gözler yarışçıları arar sabırsızlıkla. Etrafınızdaki herkes çığrından çıkmış tuhaf bir eğlencenin parçası gibidir; hayranı olduğu yarışçının adını haykıranlar, dua edenler, şans dileyenler... Hepsi yarışçıların gelişiyle daha da heyecanlanırlar ve dalga dalga yayılan coşkuyla siz de yerinizde duramazsınız artık. Tozu dumana katan yarışçıların çığlıkları ve atların nal sesleriyle çınlar her yer. Yer gök rekabet olur o an. Azmin ve sabrın hırsla birleştiği bir meydana döner Hipodrom. Bizans’ın ünlü Hipodromu’ndan günümüze dönmeniz hayli zor olsa da, daha görülecek çok eser olduğunu bilmenin keyfiyle Hipodrom’da yürümeye devam edersiniz. Alanın ortasına yerleştirilen zafer anıtları ve bronz heykellerle Hipodrom, nefes nefese seyredilen yarışlara ev sahipliği yapmasının yanı sıra, aynı zamanda bir çeşit açık hava müzesi görünümü kazanmış. I. Konstantinus ve sonraki imparatorlar Hipodrom’u antik uygarlıklara sahip ülkelerden getirdikleri mermer, tunç ve bakır heykellerle süslemişler güç ve görkemin simgesi olsun diye. Sultanahmet Meydanı’nda görülebilen iki anıtsal dikilitaş ve bir bronz sütun, asırlık bu meydanı süslemeye devam ediyorlar mağrur ve asil bir edayla. Meydandaki iki dikilitaşın ortasında yer alan bronz sütun, aslında eski Yunanlılar’ın, Persler’e karşı kazandıkları zafer anısına diktikleri bir anı sütunu. Yunanistan’daki Delphi kentinden getirtilen ve Burmalı Sütun ya da Yılanlı Sütun olarak bilinen bu anıt, birbirine sarılmış üç yılan gövdesinden oluşuyor. Yılan başlarının arasında da, zaferi bağışlayan tanrı Apollon’un kutsal kazanının bulunduğu düşünülüyor bilim adamları tarafından. Günümüzde ne kazan yerinde, ne de yılanların başları. Geçen zamanla birlikte İstanbul, bu güzel anıtının üst kısmını kaybetmiş. Ancak yılan başlarından bir tanesi, alanda yapılan kazılarda bulunmuş ve bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergileniyor.
Meydandaki en dikkat çekici anıt kuşkusuz, Mısır’dan getirtilen hiyerogliflerle bezenmiş Dikilitaş. Bu anıt 18. sülâle hükümdarlarından III. Thutmosis’in (M.Ö. 1502-1448) kazandığı zaferlerin anısına 1450’de Karnak’ta diktirdiği taştır. Mısır dikilitaşları, Romalıların başka uygarlıklara ait anıtları, güç gösterisi olarak başkent Roma’ya getirtmeleri merakı yüzünden yerlerinden alınarak taşınmışlardır. I. Konstantinus da, kurduğu Konstantinopolis’i güzelleştirmek için anıtlar getirtilmesini emretmiş ve bu emir sayesinde İstanbul’a antik eserler getirtilmiş. Hipodrom’un ortasındaki ‘Spina’ denilen yere MÖ. 390 yılında dikilen bu taş kendisini diktirten imparatorun adından dolayı Theodosius Dikilitaşı olarak da anılıyor. Dört yüzünde kabartmalar bulunan bu dikilitaşın en üst noktasındaki bronz küre 865 yılındaki bir depremde düşmüş ve bir daha yerine yerleştirilmemiş.
Dikilitaş’taki yazıda zenginliğini, gücünü ve yeteneğini, güneşin altın renklerini dünyaya saçan tanrı Amon‘dan alan 18. sülâleden III. Thutmosis’in, Tanrı Amon’a şükran borcunu ödemek için, armağanını sunmasından bahsediliyor. Dikilitaş, kendisi gibi dört yüzü kabartmalarla süslü bir kaide üzerinde yükseliyor. Kaidenin üst kısmındaki kabartmalarda konu olarak İmparator I. Theodosius’un Hipodrom’daki görüntüleri işlenmiş. Alttaki kabartmalarda ise en dikkat çeken bölüm, dikilitaşın dikilişi sırasında yapılan işlemleri gösteren bölüm. Taşın halatlarla çekilmesi ve dikilmesi açıkça görülmektedir. Kaidede biri Yunanca, diğeri de Latince olan iki yazıt bulunuyor. Bu yazıtlarda taşın otuz günde dikilebildiği anlatılıyor. Asırlar boyunca İstanbul’daki bir çok ayaklanmaya, savaşa, yangına, kutlamaya, törene tanıklık eden dikilitaş, 17. yüzyılda Evliya Çelebi tarafından İstanbul’u felaketlerden koruyan bir tılsım olarak tanımlanmış. Hipodrom’daki diğer dikilitaş, 7. Konstantinus (911-955) tarafından M.S. 944 yılında dikilen Konstantinus Sütunu ya da Örme Sütun olarak anılan dikilitaştır. Anıtın üzerinde zamanında savaş kabartmalarının betimlendiği bronz levhalarla kaplıymış. Ancak 1204’te tüm İstanbul’daki anıtların yağmalanmasına neden olan Latin istilası sırasında bu levhalar sökülerek para basmak için eritilmiş. İstanbul’un tüm eserlerinin yağmalandığı Latin istilasında İstanbul’dan alınarak götürülen dört bronz at heykeli tahrip olmaktan kurtulmuş olsalar da, bugün İstanbul’dan çok uzakta Venedik’teki San Marco Katedrali’nin üst kısmında bulunuyorlar.
Osmanlı döneminde At Meydanı olarak anılan Hipodrom sipahilerin talim yeri olmanın yanı sıra, cirit yarışmalarının da yapıldığı bir alan olarak kullanılmış. Osmanlıların At Meydanı’ndaki en büyük yapıları Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından İbrahim Paşa’nın Sarayı ile Sultan I. Ahmet’in yaptırdığı Sultan Ahmet Camii. 1609-1616 yılları arasında yaptırılan Sultanahmet Camii, mavi, yeşil ve beyaz renkli göz alıcı çinilerle bezendiği için Dünyada ‘Mavi Cami/Blue Mosque’ olarak tanınıyor. Caminin külliyesi içinde bulunan Arasta Çarşısı Türk el sanatları, çini, dokuma, halı ve kilim gibi ürünlerin satıldığı bir çarşı. Bu çarşıda yer alan Mozaik Müzesi’ndeki taban mozaikleri Bizans’ın en önemli saraylarından biri olan Büyük Saray’a ait. İbrahim Paşa Sarayı günümüzde Türk ve İslam eserleri Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzenin, Hipodrom’u yukarıdan gören kafesi, günün yorgunluğunu atmak için ideal bir mola yeri olarak karşımıza çıkıyor. Sultanahmet Camii’nin minareleriyle yarışan dikilitaşlar eşliğinde bir Türk kahvesi içmek vazgeçilmez bir keyif olarak yapılması gerekenlerden. Meydandaki anıtların zaman ve tarz farklılıklarına bir örnek de, zarif ve asaletli görünümüyle meydana renk katansa Alman Çeşmesi’dir. Çeşme, Alman İmparatoru ve Prusya Kralı II. Wilhelm’in, ikinci İstanbul ziyaretinin anısına, Alman hükümeti tarafından hediye olarak yaptırılmış. 1901 yılında törenle açılan Alman Çeşmesi, Osmanlı şadırvanlarıyla Avrupa mimarisinin güzel bir birleşimi olarak, her gün yüzlerce turisti karşılamaktadır zarif bir ev sahibesi gibi. Çeşme yapısının kubbesinin mozaikli iç yüzünde, dördü Sultan II. Abdülhamid’in tuğrası olmak üzere, diğer dördü de Kral Wilhelm’in simgesi olan sekiz arma yerleştirilmiş.Hipodrom, At Meydanı ya da Sultanahmet Meydanı adına ne denirse densin bu meydan, İstanbul’un en eski anıtlarını bitip tükenmeyen bir sabırla günümüzle buluşturuyor. Kah ışıl ışıl minarelerinin siluetini sunuyor gezginlere, kâh Mısır’ın, Eski Yunan’ın, Osmanlı’nın geçmişini tanıştırıyor her yeni gelen gezgine inatla.
Konular
- Çanakkle-Alexandria Troas
- Çanakkale-Morto Koyu
- Çanakkale-Gelibolu Yarımadası
- Çanakkale-Conkbayırı
- Çanakkale-Bakkal Salim Müzesi
- Çanakkale-Çanakkale Adatepe Zeytinyağı Müzesi
- Çanakkale-Parion Antik Kenti
- Çanakkale-Gökçeada Laz Koyu
- Çanakkale-Bozcaada Müzesi
- Çanakkale-Anzak Koyu
- Çanakkale-Kestanbol Kaplıcası
- Çanakkale-Yeni Zelanda Anıtı
- Çanakkale-Bozcaada Sulu Bahçe Koyu
- Çanakkale-Kumkale Kalesi
- Çanakkale-Gökçeada Yuvalı Koyu
- Çanakkale-Gökçeada Peynir Kayalıkları
- Çanakkale-Truva Antik Kenti
- Çanakkale-Karabiga
- Çanakkale-Kömür Limanı
- Çanakkale-Alexandria Troas
- Çanakkale-Gökçeada Tuz Gölü
- Çanakkale-Marmaros Şelalesi
- Çanakkale-Kilye Kalesi
- Çanakkale-Smintheion Antik Kenti
- Çanakkale-Kumkale Kalesi
- Çanakkale-Polente Feneri
- Çanakkale-Çanakkalede Görülmesi Gereken Tarihi Yerler Tanıtımı
- Çanakkale-İstihkam Yüzbaşı Tahir Bey Anıtı
- Çanakkale-Bozcaada Meryem Ana Kilisesi
- Çanakkale-Çanakkale İkiz Koyu