Bu gezi insanın hayatını değiştiriyor

[RÖPORTAJ] Rumi Forum ve onun kapsamındaki Türkiye gezileri çoğu ülkemizi üçüncü dünya ülkesi sanıp da gidip gördüklerinde oraya yerleşmek için emeklilik yıllarını bile beklemek istemeyen Amerikalıların hikayelerini anlatıyor. Geziye katılanlar İstanbul Boğazı’ndan geçerken Türkiye’nin kültür mozayiğini hayranlıkla seyretmekle kalmayıp, sadece Asya ile Avrupa’nın değil gönüllerin de birleştiğine şahit oluyorlar.
Kitabı hazırlayan ve merkezi Washington D.C’de bulunan düşünce kuruluşu Rumi Forum’un Politik Çalışmalar Merkezi Direktörü Sıtkı Özcan eserin hikayesini, Amerikan insanını ve çalışmalarını ilk kez Zaman’a anlattı.

Kitapçıların raflarında diğerlerinden çok farklı bir eser takıldı gözümüze: ‘Ben Türkiye’deyken, Okyanus Ötesinden Gelen Misafirler.’ Amerika’nın dört bir yanından yıllardır geleneksel olarak yapılan Türkiye gezilerinin izlenimleri ilk kez kitaplaştırıldı. Bu kitap Türkiye'yi farklı gözlerden gözlemlemek ve öteki algısının samimi diyaloglar sayesinde gerçek bir kanaate nasıl dönüşebileceğini göstermesi açısından mükemmel bir çalışma.

‘Ben Türkiye’deyken’ Amerika'da Türklerle tanışan ve Türkiye'yi merak eden entelijansiyasının Türkiye'ye gitmesi ve bu geziler sonrasında edindiği izlenimlerden oluşuyor. İçinde yazılanlar kadar ‘ince’ olan eser akademisyenlerden, mühendislere, yazarlardan, müzisyenlere geniş bir yelpazede yer alan bu ziyaretçilerin samimi hislerine yer veriyor.

Sıtkı Özcan, büyük bir heycanla ve titizlikle hazırladığı kitap için bir de mütevazi bir cümle aktarır bize, “Kitabın asıl yazarları bizimle birlikte Türkiye’ye gelen, gezilerimize katılan Amerikalı dostlarımız. Onlar Türkiye’ye ve Anadolu insanına dair izlenimlerini kağıda döktü, biz de onları bir araya topladık. Bu yazıların derlenip toplanmasında, tercüme edilmesinde de isimlerinin zikredilmesini dahi istemeyen pek çok arkadaşımızın emeği geçti. Basım vakti gelip de kitabın üzerine bir isim yazmak gerektiğinde de bizim ismimiz düştü oraya.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ‘Türkiye’ye Teşekkür’ adlı yazdığı enfes yazısıyla aralanır kitap. Hocaefendi, misafirferver Türk insanına şöyle seslenir, “Size misafir gönderdiğimiz dostlarımıza vatanımızın kokusunu çaldınız ve gönüllerine Anadolu insanına karşı tarifsiz bir sevgi aşıladınız. Hiçbir dünyevî, hatta belki uhrevî beklentiye bile girmeden, sadece Hakk’ın rızası ve necip milletimizin i’tilâsı için ortaya koyduğunuz değerli faaliyetler arasına, günümüzün alperenlerinin rehberlik yaptığı ve ellerinden tutup güzel yurdumuza taşıdığı “yeni dostlarımız”a eşsiz bir misafirperverlik ortaya koymayı da ekleyerek şu diyar-ı gurbette içime inşirah saldınız. Halisâne gayretlerinizi takdir etmek haddim olmamakla beraber, en azından şükranlarımı dile getirmeyi bir borç bildim; sizinle kısacık hasbihal mahiyetinde yazdığım şu risaleciği bir teşekkürname olarak kabul buyurmanızı dilerim. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum; sadece, tek bir cevabî mektup yazma değil, elimden gelse her birinize ayrı ayrı destan yazar, rızâ-yı ilahîye bağladığınız hizmetlerinize takdirler sunardım. Hatta, şartlar elverse, o Cennet otağı evlerinize misafir olur ve sıcacık çaylarınızı yudumlardım. Şimdilik buna gücüm yetmese de, –şayet bu fakire söz düşerse– o beklentisiz hizmetlerinize ötede şahitlik edecek ve Cenab-ı Allah’tan komşuluğunuzu dileyeceğim. ”

“Bir önyargıyı yıkmak, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur “ diyor meşhur fizikçi Albert Einstein. Bu eser, Rumi Forum ve onun kapsamındaki Türkiye gezileri çoğu ülkemizi üçüncü dünya ülkesi sanıp da gidip gördüklerinde oraya yerleşmek için emeklilik yıllarını bile beklemek istemeyen Amerikalıların hikayelerini anlatıyor. Geziye katılanlar İstanbul Boğazı’ndan geçerken sadece Türkiye’nin kültür mozaiğini hayranlıkla seyretmekle kalmayıp, Asya ile Avrupa’nın değil gönüllerin de birleştiğine şahit oluyorlar.

YILLARDIR KAYBETTİĞİMİZ KİMLİĞİMİZE KAVUŞUYORUZ

Nasıl oldu da ‘Yeni Çağı’ açtığımız pencereden dışarıya bile bakamaz olduk? Türklere ait yani bize has/bizi anımsatan en küçük bir eşyayı evinde bulundurmak 16. yüzyıldan neredeyse 19. yüzyıla kadar Batılılar için modernlik sayılıyordu. Nasıl mı? Çoğu Batı entelijansiyası evinin bir köşesine –ki genelde en güzel/nadide bir köşe olur bu- bir Osmanlı fesi, Anadolu kokan bir ibrik ya da çömlek koyardı. Bunu daha da abartarak evinde bir şark köşesi yani minik bir Anadolu kuranlar bile oldu. Böyle bir ev dizaynı yapan o kişi daha aydın ve modern oluyordu o çağlarda.

Gel zaman git zaman değişiverdi herşey birden. Batı’nın iştah kabartan yemeğine sanayi ve teknoloji hele bir de azıcık da sanat tuzu eklenince Batı ‘yeme de yanında yat’ oluverdi. Kimilerine göre ulaşılamaz bir ‘idol’du Batı. “Nerden bakarsan bak abi, biz Batı’nın ‘en az’ 100 sene gerisindeyiz.” nidaları hayranlık damarımıza bastı ve Batı’ya olan severperestliğimizi arttırdı.

Türk entelektüelinin yüzünü Batı’ya özellikle Fransa’ya çevirdiği 20. Yüzyıl başlarında, Türk halkı için Garp’ın herhangi bir ülkesinde bulunmak tahayyüllerin ötesindeydi. Uzun yıllar Batı’nın üstünlüğü, ona duyulan hayranlık, Avrupa görmüş olmanın getirdiği ayrıcalık, elit muhabbetlerde bu minik cümle ile zirveleşti: “Ben Paris’teyken”.. Diğerlerinden üstün olduğunu, onlardan farklı olduğunu anlatmanın kendine has şifresiydi bu.
Aradan yıllar geçti. Avrupa’nın yerini başka bir dev aldı. Beyinler gemilerle Avrupa’ya değil, uçaklarla Amerika’ya akmaya başladı. Meşhur cümle şekil değiştirip zamana uydu: “Ben Amerika’dayken..”. Statünün, farklı ve öncelikli olmanın, seçkin olmanın adı Amerika olmuştu 21.yüzyılda Türk halkı için. Biz iyiye, doğruya ve güzele mübtelayız ve bir o kadar da namzetiz. Batı’ya da kültürlerarası etkileşime de karşı değiliz. İnanıyoruz ki kültür, sanat ve bilgi paylaşıldıkça çoğalır. Elbette alalım bal arısı misali değil sadece Batı’dan hatta Şark’tan, güneyden , kuzeyden ve dahi varolan tüm dünya devletlerinden sahip oldukları güzelliklerin özünü. Ama bir şartla: Taklitsiz ve tavırsız.
Harvard Üniversitesi’nde siyasal bilimler profesörü Samuel Huntington, 1993 yılında Foreign Affairs dergisinde yayınlanan ve 1996’da kitaplaştırdığı 'Medeniyetlerin Çatışması' konulu makalesinde anlattığı gibi günümüz “ideoloji ve ekonomi savaşı yaşamıyor, bunun yerine kültür çatışmalarına sahne.” Postmodernizm söylemler, kimliği gizli kalmış bir çok ülkeyle birlikte bizi de sarstı belki de bir manada kendimize getirdi. Milletler kendilerine “Ben kimim, neydim ve şimdi neyim?” sorusunu sormaya başladı bu akımla. Postmodern yapı kimlik bunalımı yaşayan toplumların panzehiri olurken kendini bulamayanları ise kapitalizmin çarkına terketti. Ninelerimizden kalan ebeveynlerimizin sarfettiği “Yeni nesil adam olmaz” sözleri kulaklarımızda hala çınlarken günümüz nesli kimlik problemini aşmış ve “Adam da olmuş, adam da etmiş.” İşte bu nesil deniz aşırı ülkere gözünü bile kırpmadan gidip dün kim olduğunu anlayamamışken bugün kendini başkalarına hem de bambaşka birilerine ifade etmeye başladı. Kendimizi gerek sözle gerekse yaşam biçimi ve hal diliyle anlattığımız o başkaları bizi daha iyi tanımak adına mayamızdaki insanlığın kaynağını görmek için grup grup ülkemize gidiyorlar.
Zaman aktı. Yeni kıta Amerika’da birtakım insanlar çıktı ortaya. Kendisiyle ve kültürüyle barışık, geçmişiyle gurur duyan ve gelecek için umut vaat eden bir takım insanlar. Rumi Forum isminde bir kültürlerarası diyalog derneği kurdular. Bilinçaltına uzun yıllardır pompalanan komplekslerin aksine tarihinden utanmadan, milletinden sıkılmadan, kültüründen gocunmadan. Onlara kendilerini, ülkelerini, parlak medeniyetlerini anlattılar. Amerikan entelijansiyası onların bu çağrısına büyük bir heyecanla cevap verdi. Yeni Kıta'da ülkelerini anlatan Türkler, Amerika'nın en önde gelen insanlarını akın akın Türkiye'ye getirdi. Modern dünyaya hükmeden Amerika Birleşik Devletleri'nin üst düzey aristokratları, akademisyenleri, din adamları, politikacıları, Türk insanının gönlüne hükmeden anlayış, hoşgörü ve misafirperverlikle tanıştı. Ve geziler sonunda Amerika'ya dönüp anılarını, görüp yaşadıklarını kaleme aldı. Yeni kıtanın üst düzey entelijansiyası meşhur cümleye son kez ve değişmemek üzere nihai şeklini verdi: "Ben Türkiye'deyken.."
Kitabı hazırlayan ve merkezi Washington D.C’de bulunan düşünce kuruluşu Rumi Forum’un Politik Çalışmalar Merkezi Direktörü Sıtkı Özcan eserin hikayesini, Amerikan insanını ve çalışmalarını ilk kez Zaman’a anlattı.

Kitap nasıl fikirleşti?

Daha önce de Rumi Forum tarafından düzenlenen Türkiye gezilerinin son gününde katılımcılarla kısa birer mülakat yapıp gezi hakkındaki görüşlerini alıyorduk. Misafirlerimizin hemen hepsi Türkiye’den, Türk insanından ne kadar etkilendiklerini göz yaşları içinde anlatıyordu. Bu video mülakatlarında misafirlerimizin samimi bir şekilde aktardığı duygularını neden yazılı hale de getirmiyoruz ve böylece herkesle paylaşmış olmuyoruz düşüncemize binaen doğdu bu kitap.

Peki hedef neydi kitabı hazırlarken?

Bizim buradan götürdüğümüz misafirleri Türkiye’de ağırlayan insanlar aslında destansı bir hadiseye imza atıyorlar. Dünyanın öbür ucundan gelmiş, hiç tanımadıkları, dillerini, kültürlerini bilmedikleri insanlara kapılarını açıyor, onları evlerinde ve işyerlerinde misafir ediyorlar. Anadolu insanının bütün samimiyetini, tüm iyi niyetleriyle onlara aktarıyorlar. Kitap da onların bu diğergamlığının Amerikalı misafirleri nasıl derinden etkilediğini, nasıl başkalaştırdığını anlatmaya çalışıyor. Türkiye’deki ev sahiplerimiz tabii ki böyle bir karşılık, teşekkür bekleyerek göstermiyorlar misafirperverliklerini ama buradan gelip onlarla karşılaşan insanların da anlatmaya can attıkları izlenimleri, aktarmak istedikleri devasa şükranları var. Kitap onlara aracı olma amacını taşıyor sadece.

Amerika’nın dört bir yanından benzer geziler aracılığıyla Türkiye’ye giden insanlar var, kitapta yer alan isimlerin hepsi Rumi Forum organizesiyle mi geziye katıldı?

Evet, hatta bu kitapta yer alan düşünceler sadece başkent Washington D.C’den gezilere katılan insanlara ait.

Hemen hemen tüm katılımcıların düşünceleri var mı?

Tam olarak değil. Kitap çalışması başladıktan sonra Rumi Forum’un 6 eyalette yaklaşık 10 yeni şubesi daha oldu. O bölgelerden gezilere katılanların ya da kitabın ön çalışması bittikten sonra bizimle birlikte Türkiye’ye gelen insanların izlenimleri henüz yok kitapta.

Ne zaman başladı bu geziler?

Rumi Forum tarafından Türkiye’ye ilk gezi 2005 yılında düzenlendi.

Genellikle ülkemize gitmeyi kimler tercih ediyor?

Geziler ilk başladığında ağırlıklı olarak din adamları ve akademisyenler olmuştu. Fakat şu an itibariyle çok çeşitli meslek gruplarından katılımcılarımız oluyor. Gruplamak gerekirse başta akademisyenler, gazeteciler, diplomatlar, kanaat önderleri, düşünce kuruluşlarından uzmanlar geliyor ve bunu diğer meslek grupları takip ediyor.

Bu saydıklarınız çoğu toplumla bire bir alakalı meslekler. Topluma malolmuş bu insanlardan gezi sonrası döndüklerinde Türkiye’yi tanıtıcı ve gezide edindiği tecrübelerini anlatan herhangi bir girişimde ve/ya katkıda bulunan oluyor mu?

Gidenler döndükten sonra Türkiye’de gördüklerini, duyduklarını, hissettiklerini bir şekilde çevreleriyle paylaşma ihtiyacı hissediyorlar. Herkesin mesleğine, meşrebine göre farklı şekillenebiliyor bu paylaşım tabii. Mesela bir kilise papazı üç hafta arka arkaya Pazar ayininde gezi izlenimlerini anlatıyor cemaatine. Bir radyocuysa bir programını Türkiye’ye ve Türkiye’de sivil toplumun, gönüllüler hareketinin imza attığı destansı projelere ayırabiliyor. Akademisyen ise makalesinde, eğitimciyse sınıfında mutlaka anlatıyorlar görüp yaşadıklarını. Kitapta bir anektodda misafirlerden birinin de söylediği gibi, bu insanlar o toprakları gezip, Anadolu insanını tanıdıkları için kendilerini artık ayrıcalıklı hissediyor. Türkiye’den, Anadolu’dan bahsedildiğinde “Ben oradaydım. O insanları tanıyorum” demenin dost sohbetlerinde kendilerine bir ayrıcalık katacağını söylüyorlar.

Peki ya Türkiye’den bahsederken gözlerindeki ifadeyi anlatabilir misiniz?

Türkiye gezisinin son gününde İstanbul’da bir video mülakatı yapıyoruz. Orada geziye, Türkiye’ye ve Anadolu insanına dair görüşlerini paylaşanlardan gözü yaşarmayanı, ağlamayanı pek bilmiyorum şahsen. İzlenimlerini aktaran hemen herkesin söylediği tek bir şey var geziyle ilgili: “Bu gezi kesinlikle insanın hayatını baştan sona değiştiren bir tecrübeydi”.

‘TÜRKİYE GEZİSİYLE DÜNYA BARIŞINA OLAN İNANCIMI YENİDEN KAZANDIM!’

Gezi sonrası çoğunun dünya barışının geleceğine dair fikirleri değişiyor. “Daha önce her gelen günün dünyayı daha kötüye götüreceğine inanıyordum ama Türk insanını tanıdıktan sonra artık inanıyorum ki dünyaya barış hakim olacak ve bunun vesilesi Anadolu insanı olacaktır” diyor bu insanlar. Sadece Türkiye’ye değil, dünyaya dair fikirleri ve hatta hayata karşı bakışları değişiyor.

Akın akın Türkiye’ye giden insanlar, Türkiye’den dünya barışı adına çok şey öğrendiler. Amerika’nın düşünen ve üreten sınıfına mensup tüm bu insanların dünya barışı adına yeniden umutlanmasını sağladı düzenlenen geziler. Önyargılarla katıldıkları gezilerden birer Türkiye aşığı olarak çıkarken, içlerinde filizlenen umudu da her fırsatta dile getirdiler.

AH ŞU ÖNYARGI!..

Bizi ve Türkiye’yi daha çok nasıl tanıyor Amerikalılar? Ciddi bir önyargıları var mı?

Özellikle geziler ilk başladığı dönemde çoğu çok az tanıyordu Türkiye’yi. Havaalanına indiğinde ortalama bir üçüncü dünya ülkesiyle karşılaşmayı bekleyen dahi vardı içlerinde. Ya da gezi teklifimizi başta çekinerek kabul ettiğini. Sonradan itiraf ettiler tüm bunları. Ama şimdi misafirlerimiz gitmeden önce Türkiye hakkında bilgi sahibi oluyor. Biz de kendilerini bilgilendirici bir takım yayınlara, gazetelere ve kitaplara yönlendiriyoruz gezi öncesinde. Bu şekilde gezi kendileri için daha faydalı geçiyor. Bu geziler ayrıca binlerce ortak paydamızı bulmamıza/öğrenmemize fayda sağlıyor. Önyargı meselesinde Türkiye aleyhine ciddi bir önyargı var diyemeyiz ama gerek bölgeyle gerekse Türk insanının çok büyük oranda mensubu olduğu İslam diniyle alakalı kişiden kişiye değişen bir oranda önyargı yok demek de yanlış olur. Ama genelde kötü niyetli ve şartlanmış önyargılar değil, sadece bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir durum. Zaten gezinin ilk bir iki gününde de Anadolu insanının güleryüzü sayesinde izale oluyor tüm önyargıla(mala)r.

Ülkemize gitmeden önceki düşünceleriyle gittikten sonraki görüşleri arasında çok büyük farklılıklar var mı katılımcıların?

Tabii ki.. Haritada Türkiye’nin yerini dahi gösteremeyecek kadar az bilgisi olan insanlar döndüklerinde günlük olarak Türkiye’ye dair haberleri takip ediyorlar. Anadolu insanının burada gönüllü birer elçisi oluyor bu insanlar. Daha da önemlisi gezi sonrası çoğunun dünya barışının geleceğine dair fikirleri değişiyor. “Daha önce her gelen günün dünyayı daha kötüye götüreceğine inanıyordum ama Türk insanını tanıdıktan sonar artık inanıyorum ki dünyaya barış hakim olacak ve bunun vesilesi Anadolu insanı olacaktır” diyor bu insanlar. Sadece Türkiye’ye değil, dünyaya dair fikirleri ve hatta hayata karşı bakışları değişiyor.

En çok neyimizi beğeniyor ve seviyorlar? Nelerden daha cok hoşnut kalıyor Amerikalılar?

Şahsi bazda samimiyet, misafirperverlik, aile içi ilişkiler mesela büyüklere ve, çocuklara verilen ehemmiyet ve komşuluk ilişkileri. Toplumsal manada ise sivil toplumun yani Anadolu insanının hem yurtiçinde hem de yurtdışında ortaya koyduğu başarılardan son derece etkileniyorlar. Dünyanın dört bir tarafına yayılmış olan eğitim faaliyetleri, yardım faaliyetleri vs.nin tarihi çapta öneme haiz olduğunu düşünüyorlar.

Ya beğenmedikleri şeyler için ne dersiniz? Geri dönüşüm olarak ne gibi eleştiriler aldınız?

Geziye dair aldığımız tek eleştiri programın yoğunluğu. Bazen gezi programına yetişmekte zorlanabiliyor insanlar. Sabahın erken saatlerinde otelden ayrılıp gece geç saatlerde dönmek ve arada onlarca ziyaret, görüşme ve bulundukları şehirlerin önemli mekanlarını gezmek biraz yorucu olabiliyor. Fakat bu şikayet gezinin içindeyken oluyor genelde. Döndükten sonra ‘Yorulduğumuza değdi.’ diyorlar.

Bu geziye katıldığı için yani Türkiye’ye gittiginde dolayı pişmanlığını dile getiren oldu mu hiç?

Hayır, keşke gitmeseydim Türkiye’ye diyen kimse olmadı şu ana kadar. Aksine gezi katılımcılarının pek çoğu daha önce gidenlerin tavsiyeleriyle tanıştığımız insanlardan oluşuyor.

Gezilerden sonra yaşamını Türkiye’de idame ettirmek isteyenler oluyor mu?

Hemen hemen hepsi. Çoğu bu insanların gerek meslekleri, gerekse ailevi durumları itibariyle bunu gerçekleştirme ihtimalleri olmasa da içlerinde bu hayali kurmayan yok desek yeridir.

Şimdiye kadar hiç yerleşen oldu mu?

Henüz olmadı. Ama elinde fırsat olsa bunu gerçekleştirecek olanlar çok.

Zor olmuyor mu ikna süreci Türkiye seyahati için?

Genellikle olmuyor. Son dönemde Türkiye’ye karşı ciddi bir ilgi var Amerika’da.. Özellikle de Washington DC’de..

KİTAPTA GEÇEN EN ÇARPICI İFADELER

Kitapta size en çarpıcı gelen yazı hangisi oldu? Ve/ya sizi en çok etkileyen cümleler?

Anadolu insanının dünyanın dört bir tarafında yeşerttiği barış tomurcukları onları hayrete düşürmüş durumda. Hepsi bunu belirtiyor yazılarında. Bu yüzden benim şahsen kitapta en etkilendiğim kısım şu oldu, “Burada beni derinden etkileyen bir husus da, bu gezinin bana aynı zamanda çok büyük bir ders vermiş olması. Çok uzun yıllar boyunca hep Müslümanlar, Museviler ve Hıristiyanların barış içerisinde yaşayıp yaşayamayacağını merak edip durmuştum. Yüzyıllar süren ihtilafları gören ve sürekli günlük haberlere yansıyan acı ve ölüm dolu hikâyeleri duyan bir kişi olarak, bunun asla mümkün olmayacağını düşünüyordum. Türkiye’ye yaptığım geziyi ve her yerde kollarını iki yana açarak beni karşılayan insanları gördükten sonra artık bu konuda yeniden umutlandım diyebilirim. Biliyorum ki eğer bir gün farklı gibi görünen dinler ve kültürler arasında bir barış ortamının oluşması sağlanacaksa; bunun arkasındaki güç, Rumi Forum, Gülen Hareketi ve Mevlana Celaleddin Rumi’nin sevgi ve hoşgörüyü esas alan öğretileri olacaktır.” Bakın Amerikalı bir entellektüelin katıldığı on günlük bir gezi neticesinde dünya barışına dair fikirlerini bu ölçüde değişmesi kolay bir hadise değil.

Şimdi de gönüllüler hareketinin faaliyetlerine hayran kalan bir Amerikalı’nın tüm bu çalışmaların fikri mimarı olan muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’yi kendi hocası olarak kabul ederek ondan ‘Hocaefendim’ diye bahseden bir yazıdan alıntı,“Hoşgörülü Hıristiyanlar ve sevgi dolu Müslümanların üzerinde konuşup diyaloğa girecekleri, birbirlerine nasıl barış içinde yaşanabileceğini öğretecekleri çok şeyleri var. İşte bu sebepledir ki ben de dünyadaki milyonlara katılıyor ve M. Fethullah Gülen'i ‘Hocaefendim’ olarak adlandırıyorum.”

Ve bir de Amerikalı bir papazın İstanbul’da sabah ezanıyla birlikte hayatında ilk defa o saatte kalkıp kendi inancına göre ibadet ettiğini anlattığı şu satırlar:

“Allahu Ekber… Kulağıma, bir vadiden gün doğmasına yakın yavaşça yükselen bir sis bulutu belirsizliğiyle geldi.

Eşhedu en la ilahe illallah… Acaba bu duyduğum, gördüğüm rüyanın bir parçası mıydı?

Eşhedü enne Muhammeden Resulullah… Yavaş yavaş duyduğum şeyin gördüğüm rüyanın bir parçası olmadığını ve aslında benim dışımda geliştiğini fark ediyordum.

Hayye ala`s-salat... Gözlerimi yavaşça odama sızan gri ışığa doğru açtım.

Hayye ala`l-felah… Nihayet nerede olduğumun farkına varıyordum.

Es-Salatu hayrun mine`n-nevm… İstanbul’daki ilk sabahımda ibadete çağrılıyordum.

Allahu Ekber… Hayatimda ilk kez, dogrudan doğruya uykumdan uyanıp Tanrı’ya ibadet etmeye çağrılıyordum Lailahe illallah!”

Son olarak da şu cümleler: “Bu seyahat, İslam dininin son dönemde gittiği yöne dair tüm algılarımı değiştirdi. Gülen Hareketi faaliyetlerine devam ettiği sürece bu yönün şiddete doğru olacağını düşünmüyorum. Hoşgörü ve birbirini olduğu gibi kabul etmeyi esas alan bir hareket olan Gülen Hareketi diğer ülkelere de yayılabilse dünya barışı adına büyük bir adım atılmış olur.”

İleriye dönük planlarınız nedir, bu gezilerin formatını farklılaştırmayı düşünüyor ve yeni degişimler eklemeyi planlıyor musunuz?

Daha önce gezilerimizin belli bir programı vardı ve tüm gruplarda aynı programı uyguluyorduk. Ama son dönemde meslek gruplarına göre farklı gezi programları organize etmeye başladık. Türkiye tam manasıyla bir derya ve insanların ilgi alanları, mesleği, meşrebine göre ziyaret edilecek farklı alanları, tanışılacak farklı insanları var. Biz de gezi programlarını bu minvalde yeniden düzenledik.

Rumi Forum’un bu geziler dışında diğer faaliyetleri nelerdir?

Geziler dışında haftada bir iki kez düzenlemeye çalıştığımız seminerler, yuvarlak masa toplantıları, senede bir kez düzenlediğimiz Barış ve Diyalog Ödül Töreni,Washington D.C’de bulunan hemen hemen tüm üniversitelerle ortaklaşa düzenlediğimiz ulusal ya da uluslararası konferanslar, büyükelçilere ve kongre temsilcilerine özel konuşma serilerimiz, üniversitelerde öğrenci kulüpleri vasıtasıyla düzenlediğimiz panel ve seminerler, farklı kurumlarla ortaklaşa düzenlediğimiz diyalog yemekleri ve iftarlar.

Konular