Uğultulu Bir Şehir;Kahire

Kahire’yi en iyi tanımlayan kelime ‘karmaşa’ olmalı. Uğultu ve kalabalık... İstanbul’da tutunabilmiş bir insanı başka hangi şehir ürkütebilir? Kahire…

Uğultulu şehir… Kahire belki sadece sesten ibaret… Leyl ve nehar -gece ve gündüz- caddelerden, çarşılardan, kahvelerden yükselen sesler nasıl oluyor da uğultuya dönüşüyor, tarifi zor… Gürültüsünden ve karmaşasından dert yandığımız İstanbul'un gönlünü almalı. Sınıfın yaramaz çocuğu Kahire imiş meğer… Belki biraz gayret edersek, anlatabiliriz, Kahire'nin sesi niye yüksek çıkıyor? Akla ilk gelen korna sesleri. Şoförlerin bir eli her daim klaksonun üzerinde. Öfkeliler mi? Hayır! Bu onlar için bir tür oyun. Diyelim ki hızlı adımlarla caddenin karşısına geçtiniz, tam kaldırıma ayak basacakken bir korna, ne şimdi bu? Uyarı değil, alışkanlık.

Bisikletli ve kamyonetli tüpçüler, sokak aralarında dolaşıyor ve mahalleliyi haberdar etmek için ellerindeki anahtarı tüplerin üzerinde çınlatıyorlar. Bu ses Kahire'ye özgü; fakat eskicilerin ve ekmek satıcılarının bağırması İstanbul'u hatırlatıyor. Sokak satıcılarının evrensel bir üslûbu var anlaşılan… Şerbetçiler müzisyen gibi, tasları birbirine vurarak çıkardıkları hoş nağmelerle gözleri pencerelerde geçip gidiyorlar evlerin önünden. Bir de yüksek sesle dualar okuyarak dolaşan dilenciler var tabii.

İnsan sesi; Mısırlılar konuşmayı seviyor, yerel lehçe kıvrak ve hızlı konuşmalarını kolaylaştırıyor. Ve seslerin en güzeli; Kur'an tilavet eden kârilerin sesi… Kahire'de hiç abartısız günün yirmi dört saati Kur'an dinleyebilirsiniz. Sokak manavında, markette, takside, internet kafede, kitabevinde, mahalle bakkalında… Hiçbiri olmazsa, El Ezher Camii'ni Hüseyin Camii'ne bağlayan alt geçitte yere bağdaş kurup dilenen hafız vardır ki geçitte yankılanan sesi sarsıcıdır, ya da dilencilerin bile hafız olduğu bir şehirde dolaştığını fark etmektir sarsıcı olan. Uzağa gitmeye gerek yok belki de, bir akşam, yan komşunuzun penceresinden taşıp odanıza yayılan Kur'an sesiyle uykuya dalarsınız ve sabah uyandığınızda aynı güzel sesli kâriyi başka bir sûreyi okurken bulursunuz. Kahire böyle bir şehirdir işte.

TEZATLAR ŞEHRİ

Ses eksik kalır, kokulardan söz etmeli… Mevsim mango mevsimi… Şehir mango sarısı, sokaklarda baygın bir koku… Taze meyve suyu kültürünün Ortadoğu coğrafyasında daha yaygın olduğu muhakkak. Sıcaktan bunalanların imdadına elma, karpuz, nar, şeker kamışı ama ille de mango yetişiyor. Mevsim aynı zamanda yasemin mevsimi. Cılız bir ağacın narin beyaz çiçekleri bu kadar mı güzel kokar? Ve tütün kokusu… Nargilenin ya da oradaki deyimiyle 'şişe'nin neredeyse kapı önlerinde içildiği bir şehre, aromalı tütün kokusunun sindiğini söylemek hiç de abartılı olmaz.

Kahire yalnızca ses ve koku mu? Tezatlar şehri aynı zamanda; eski ve yeni, zengin ve fakir, pis ve temiz, emniyet ve tehlike, sabır ve acele… Şehirle ilgili bir karara varmak, bir tespitte bulunmak neredeyse imkânsız. Önce 'Burada yaşayabilirim.' dersiniz, çok değil, iki gün sonra, 'Hayır burada yaşayamam.' Sonra ilk cümleyi bir kez daha kurarsınız ki emin olun, tuhaf olan siz değilsiniz, şehir… Camilerin temiz olmaması şehrin karnesine düşük not olarak işlenebilir; ama restoranların yemek yenmeyecek kadar, caddelerin yürünmeyecek kadar pis olduğunu söyleyenler Kahire'nin kalbini kırar. Hele hele, bu şehirde iki günden fazla kalınmayacağını yazıp çizenler, bilmezler ki Kahire yalnızca iki gün müsaade etmiştir onlara. İstanbul'un varoşları da en az Kahire varoşları kadar pasaklıdır ve hali vakti yerindelerin semti Zemalek en az Nişantaşı kadar temizdir…

Sabır ve aceleye gelince… Neredeyse hiç kavga etmeyen, mülayim insanlar trafikte 'kurt adam'a dönüşüyor. Caddeler yarış pistinden farksız. Adrenalin sporlarına ne hacet, bir taksi şoförüne 10 cüneyh (2,5 YTL) ödeyin size korku dolu anlar yaşatsın. İlk günlerde sararan benziniz sonradan elbet normale dönecek, kapı kollarına endişeyle yapışmaktan vazgeçip oyuna dahil olacaksınız; ama hızlandırılmış tur programları buna izin vermez. Sabrı ve sükûneti görmek daha kolaydır Mısır'da. Anahtar kelime 'mâliş' nice kapılar açar; onunla hem özür diler hem de 'önemli değil' dersiniz. 'Muş muşkile', 'sorun yok' anlamına gelir ve bu iki ifade Mısırlının hayat felsefesini özetlemeye yeter. Güvenlik ve tehlike terazisinde, emniyetin ağır bastığını söyleyebilmek ne mutluluk! İstanbul'da karşıdan gelen iki kişiye kapkaççı nazarıyla bakan paranoyak bünyeler nasıl da huzura eriyor Kahire'de…

Burası emin bir belde, ona şüphe yok. Camların pek azında parmaklık görebilirsiniz, kapmak ve kaçmak nasıl bir şeydir, Mısırlı için anlaşılmaz. Bu satırların yazarı da bir buçuk ay boyunca, balkon kapıları mütemadiyen açık birinci katlardan birinde, hırsızlık korkusu yaşamadan uyumanın ruha ne denli iyi geldiğini tecrübe etti. Tıpkı Osmanlı dönemi Kahire'sinin güvenliğiyle afallayan Avrupalı gezgin Chabrol gibi: "En kıymetli malları barındıran evlerin ve dükkânların çoğunlukla iğreti tahta sürgülerle kapatıldığını görüp de şaşırmamak elde değil. Mısırlılar doğruluklarıyla kendilerini belli ediyor, bu durum kısmen de hırsızlara uygulanan cezaların ağırlığından kaynaklanmakta."

Gezginin tespiti bugün de geçerliliğini koruyor. 'İçeri girenin bir daha çıkmayacağı'na ilişkin derin korku insanları suçtan uzak tutuyor besbelli; ama tek sebep bu olabilir mi? Mısır'da tehlike nedir? Bir kadının taksiye yalnız binmesi mi? Elbette hayır! Mısırlı taksicilere ilişkin hikâyeler ne kadar gülünç görünüyor Kahire'den; "Aman ha, taksiye yalnız binmeyin. İnerken de hep birlikte inin ki arkada kalanı kaçırmasınlar." Gece dışarıda olmak mı? Herkes dışarıya çıkmak için gece serinliğini bekliyorken ve gece yarısı alışveriş yapmak ve bakkala sipariş vermek sıradan bir iş iken tehlikeden söz etmek anlamsız. Peki o zaman nedir? Karşıdan karşıya geçerken ezilme ve alışveriş yaparken gerçek fiyatın on misli para ödeme ihtimali… İşte gerçek tehlikeler…

EZHER’İ AYRI BİR YERE KOYMAK LAZIM

Kahire'de en belirgin ve haliyle en kolay fark edilir tezat, eski ve yeni arasındaki uçurum olmalı. Şehrin katmanlarından birine, Fatımî Kahire'ye gidip, Bâb Zuveyle'den Bâb el Futûh'a yürüyüşe çıkanlar eski Mısır'ın onlarca peçesinden birini kaldırmış olur. Kayıp Kahire biraz buralardadır ve bulmak için sabır gerekir. Üstelik şehir tarihi göz önüne alındığında burası o kadar da eski değildir. 'Mısr-u Kadim', Mısır Fatihi Amr bin El As'ın adıyla anılan en eski cami etrafında şekillenir. Kahire'de camiler hem çok görkemlidir hem çok mütevazı. İstanbul camilerinin ince işlemelerine, çinilerine alışan gözler, burada devasa duvarlar, büyük kapılar ve geniş avluların uyandırdığı azamet duygusuyla yetinmek zorunda. İbn Tulun Camii’nin geniş avlusuna, Sultan Hasan Camii’nin yüksek duvarlarına hayranlıkla bakanlar Kahire'de bir camiye 'en güzel' demek için acele etmemek gerektiğini tez zamanda öğrenir. Sırada, Hüseyin Camii var özellikle de Ezher Camii…

Ezher'i ayrı bir yere koymak lâzım. Şam'ın Emeviyesinden küçük bir esinti taşıyan mermer avlusu ikindi ve akşam namazlarının ardından fakülte anfisini andırıyor. Kur'an ezberlemek isteyen kadınlar ve erkekler için onları dinleyecek bir hoca her zaman bulunabilir burada. Kadim Mısır'ın alâmet-i fârikalarından biri de mezar evler. Memluk döneminde inşa edilen kabirler, içinde yaşayan fakir insanlarıyla Mısır'ın ayıplarından biri kabul ediliyor; fakat tuhaf olan şu ki; bu mezarlık tezadın tam kendisi… 'Ölü Şehir' diye bilinen bölgenin tekin olmadığına ilişkin söylentileri ciddiye almıştık yazık ki, bu yüzden ölülerle birlikte yaşayan insanlara konuk olmamız zaman aldı. Kapı önünde oturan yaşlı teyze, Mısır şartlarında fena sayılmayacak bir bahşişle evini gezdirmeyi kabul etti. Sarı taştan yüksek duvarlarla çevrili geniş ve çiçekli bir avluya girince, 'Çok güzel' diye atılmamız kadıncağızı gülümsetti. Avlu gerçekten güzeldi, bir köşede, genişçe bir mermerin altında, ebedî istirahata çekilmiş iki doktor hiçbir zaman kira istemeyecek ideal ev sahipleri gibi görünüyordu; ancak avluya açılan mutfak ve yatak odasından sefalet akıyordu.

İkinci bir evin önünde tereddütle bekleşirken önce perdeler oynadı, sonra kapı aralandı ve sanki beklenen misafirlermişiz gibi içeriye buyur edildik. Yine ağaçlı, çiçekli bir avlu; ama daha şenlikli: çocuklar, kediler, anneanne, teyze… Avluda televizyon izleyip naneli çaylarımızı yudumlarken temkinle sorduğumuz soru evin liseli kızını rahatsız etti: "Kabir, avlunun neresinde?" Evleri babalarından devralan eski nesil, ölü şehri benimsemiş olsa da, gençler posta adresi olarak kabristanı vermekten pek hoşnut değiller.

Şehrin şimdi kenarda kalan eski yerleşimlerinden çıkıp Tahrir ya da Ramses meydanlarına yürümek, oradan Nil kıyısına çıkıp lüks otelleri görmek, nezih semtleri dolaşmak, Nasr City'deki devasa alışveriş merkezlerinde kahve içmek… Kahire tıpkı İstanbul gibi tek merkezli bir şehir olmaktan uzak; on dakika aralıkla bir katmandan diğerine yolculuk mümkün ve ihtimal ki şehrin cazibesi burada gizli. Tahrir, özgürlük meydanı, İsrail'in Lübnan saldırısını kınamak üzere toplanan muhalif kanat, Hüsnü Mübarek'e artık susmasını öğütlüyor. Gösteriyi izleyen meraklı kalabalığın arasında kulağınız sloganlarda, gözünüz pembe badanalı Kahire Müzesi'nde olmalı. Ancak müze, siyasi gösteri sonrası gezilecek mekanlardan değil. Mısır tarihinin zenginliğini hazmetmek için en az bir hafta müze yolu aşındırmak gerekir. Müzenin en popüler bölümü, kral mumyalarının sergilendiği oda. Ek ücret ödenerek ziyaret edilen odacık, tefekkür için ideal. Milattan önce yaşamış kralları, kolları çapraz biçimde göğüslerinde kavuşturulmuş ve yüzlerinde ölüm anındaki ifadeleriyle izlemek sarsıcı. Toprağın şefkatli kollarına sığınmaktan bile yoksun bu insanların hâli pek acıklı.

KIPTİ MÜZESİ

Kahire Müzesi'nden sonra akılda kalıcı ikinci müze Kıpti Müzesi. 'Kıpti Kahire' diye de anılan 'Mısr-u Kadim'de birbirine yeraltı geçitleriyle bağlanmış Kıpti manastırları da ziyarete açık; ancak bu inancı tanımak için müzeyi gezmek elzem. El yazmalarının, fresklerin, gündelik hayata ilişkin objelerin profesyonelce sunulduğu müzeden çıkıp Mukattam Tepesi'ndeki Kıpti manastırlarına gitmek… İşte bir tezat daha… Piramitlerin yapımında kullanılan taş ocaklarıyla meşhur Mukattam’a tırmanmak için, çöp toplayıcı Kıptilerin yaşadığı mahalleden geçmek gerekiyor. Nüfusun yüzde 10'unu oluşturan Kıptiler, alt katına çöp yığdıkları iki-üç katlı binalarda ve hâliyle dayanılmaz bir kokunun içinde yaşıyor. Mahallenin az yukarısında, duvarlarına yeni resimlerin nakşedildiği manastırlarda hûşû içinde vaaz dinleyen Kıptiler kokuya alışmış görünüyor.

İKİ EFSANE: NİL VE PİRAMİT

Kahire'yle özdeşleşen bir nehir ve bir harika… Tarihçelerinden söz etmek anlamsız olur. Biri, ülkenin hayat kaynağı, diğeri turizmin gözdesi. Denilebilir ki Mısır, kadim geçmişinden arta kalan mirası büyük bir iştahla yiyor ve hâliyle elindekileri eksiltiyor. Yedi harikadan birine ulaşmak için geçilen yollar insanı dehşete düşürüyor. Bereket versin turistler çöp yığınlarını deve üzerinde aşıyorlar ve bu sevimli ve gururlu hayvancağız üzerinde salınırken daha müsamahalı görünüyorlar. At koşturmak ya da deveyle dolaşmak için yaptığınız kıran kırana pazarlığın çöl ortasında bozulduğunu görmek can sıkıcı. İşin doğrusu, piramitlerin etrafında turist yolu gözleyen adamlar hiç güvenilir değiller. Nil'e gelince, şöhretini fazlasıyla hak ediyor. Yeşil kıyısı, köprüleri, gemileri ve yelkenlileriyle denizden farksız. Nil kıyısındaki kahvede oturmanız tavsiye edilmez ve dahi kordonda faytona binmeniz. Nehrin oluşturduğu adacıkta yer alan kuleden Kahire'yi izlemek ve bir akşam vakti, Nil üzerinde yelkenliyle süzülürken Ümmü Gülsüm dinlemek daha saadet verici olacaktır.

EL FİŞAVİ’NİN İÇİNDEN KİMLER GEÇİYOR?

Kahire'nin en meşhur kahvesi El Fişavi, Mehmet Akif Ersoy orada çay içerken bu kadar kalabalık mıydı? Mümkün değil! Öyle olsaydı Mısır'ın Nobel ödüllü yazarı Necip Mahfuz romanlarını bu kahvede yazabilir miydi? Oysa şimdi… Birbirini kesen dar sokaklardan oluşmuş Han Halil Çarşısı içindeki kahve bugün sadece bir 'kahve' olmaktan çok uzak. Sokağın iki yanına karşılıklı dizilen sandalyelerde, sedirlerde oturmak can sıkıntısına bire bir. Dünyanın en kaotik şehrinin renkliliğini görmek için sokaklarda gezinmeye hacet yok belki de. Kimler geçiyor kahvenin içinden; 'henna' diye seslenen Nübyeli kadınlar, kına dövmesi yapmaktan kararmış ellerinde desen kâğıtlarıyla mütemadiyen sevimli göz kontakları kurarak yürüyorlar. Elini ve bileğini kınacıya teslim edenler nasıl bir hata işlediklerini sonradan anlıyor, ucuz kına birkaç gün güzel görünse de tez zamanda solup anlamsız bir lekeye dönüşüveriyor.

Cüzdan ve boncuk satıcıları kahvenin aşina simaları. Ancak, yasemin çiçeğinden kolyelerle kahveye giren kadınlar daha sevimli görünüyor şüphesiz. Garsonların satıcılara iyi davrandığı söylenemez; ama yine de el şakalarından ya da karşılıklı bağırıp çağırmalardan kimse incinmiş görünmüyor. Fişavi'nin vaat ettiği naneli çayın ve elmalı nargilenin müdavimleri arasında Avrupalı turistler çoğunlukta olsa da, Birleşik Arap Emirlikleri'nden gelenlere ve Mısırlılara da sıkça rastlanıyor. Fişavi çalışanları, Türklerle selamlaşmak için sadece ‘yavaş yavaş’ diyor. Türkiye'nin dünya kupasındaki başarısından sonra uydurulan 'Yavaş yavaş Hasan Şaş' nakaratından geriye kalan bu ifadeyi sürekli duymak öyle sıkıcı ki, başka bir garsonun değişiklik olsun diye söylediği 'Aman Yarabbim Aman' terkibi neredeyse sevinçle karşılanıyor.

BAHŞİŞ

Mısır'da 'bahşiş' kelimesi kadar bunaltıcı başka bir kelime duyamazsınız. Cami kapısını işaret etmek, nargilenin közünü değiştirmek, deveyi çöktürmek… Bahşiş, anlaştığınız paranın haricinde vermek zorunda olduğunuz küçük meblağın adı aynı zamanda. Bu geleneği Mısır halkının fakirliğine bağlayanlar haklı olabilir; ancak mazisi asırlar önceye dayanan köklü bir alışkanlık olduğunu hatırlatmakta fayda var. Pazarlık yaptıktan sonra asla bahşiş verilmemeli; ancak bir caminin minaresinden Kadim Mısır izlemek için ödenen beş cüneyh de (1,25 YTL) fazla bulunmamalı.