Uyuyan denizkızı San Sebastian

Sahil boyunda ya da nehir kıyısında uzun yürüyüşler, sakin plajlar ve geceleri eski kent merkezini canlandıran, özgün mönülü barlar. Cantabria Denizi'nin uyuyan denizkızı San Sebastian, İspanya'nın en güzel kenti. Turistliğinin yüzüne vurulmasından hoşlanmayanların cenneti.

Bir gün iyi bir şey yapıp San Sebastian'a gelirseniz (büyük ihtimalle trenle geleceksiniz, burada havaalanı yok), istasyondan dışarı çıktığınızda ilk olarak Buen Pastor (İyi Çoban) Katedrali'nin yüksek kulesini görürsünüz. On dokuzuncu yüzyılda neogotik tarzda yapılan bu katedralin kulesi burada geçirdiğiniz günler boyunca size yol gösterecek. Doyumsuz bir merakla San Sebastian'ı gezerken her kaybolduğunuzda 75 metrelik

bu kuleye bakarak bulacaksınız yönünüzü. Sabahları katedralin hemen önünde, adını verdiği büyük meydandaki kafelerde kahvaltı edip gazetenizi okuyacaksınız. Eğer ilginizi çekiyorsa, katedrale girip bir mum yakabilir ya da günde 6-7 defa (hafta sonları daha sık) yapılan ayinlere katılabilirsiniz.

İstasyondan indiğinizde sağınıza bakarsanız eğer, önünüzden akan Urumea Nehri'nin Biskay Körfezi'ne döküldüğü yerde yüksekçe, denize doğru hafif eğimli camdan buz mavisi bir bina görürsünüz. Burası San Sebastian'ın simge binalarından Kursaal Kongre Sarayı'dır. Ünlü San Sebastian Film Festivali de her yıl eylül ayının ikinci yarısı bu binada düzenleniyor.

Kursaal Kongre Sarayı'nın önünden San Sebastian'ın doğudaki uç noktasını belirleyen Ulia Tepesi'ne kadar Zurriola Plajı uzanır. Zurriola, San Sebastian'ın asıl simgesi La Concha Plajı'na göre sakin. Atlas Okyanusu'ndan gelen yüksek dalgalara açık olduğu için daha çok gençler ve sörf tutkunlarının tercihi. La Concha'ya çıkmak içinse Kursaal Kongre Sarayı'nın hemen önündeki Zurriola Köprüsü izlenmeli. İspanyolcada istiridye gibi deniz ürünlerinin kabuklarına "concha" deniyor. Eteklerinde San Sebastian'ın eski kent merkezini barındıran Urgull Tepesi'yle kentin batıdaki uç noktasını belirleyen Igeldo Tepesi arasında kalan koy bir istiridyeyi andırdığı için bu adı almış. Çoğumuzun adını yalnız dünya çapındaki film festivali ile bildiği bu kentte verilen büyük ödülün "Altın İstiridye" (Concha de Oro) olmasının nedeni de bu.

San Sebastian'ın eski kent merkezi 13. yüzyılda Urgull Tepesi'nin eteklerine kurulmuş balıkçı köyü. Ancak o günden bugüne pek çok badireler atlatmış. Tarihçiler tarafından bilinen tam on yedi yangına sahne olmuş San Sebastian. Sonuncusu, 31 Ağustos 1813'te yaşanmış. Kentteki altı yüz evden yalnızca kırk tanesi kalmış. Bir de bugün San Sebastian?ın en eski iki yapısı; San Vicente Eliza ve Santa Maria Eliza kiliseleri. Bu iki kiliseyi birleştiren sokağa, "31 Ağustos Sokağı" denmiş.
San Sebastian'daki ilk günümüzün sabahında, daha pansiyonun kapısındayken duyduğumuz bando sesi, bizi eski kent merkezinin tam ortasına düşen Anayasa Meydanı'na sürükledi. Eskiden bu meydanda boğa güreşleri yapılıyormuş. Bir zamanlar San Sebastianlıların boğa güreşlerini izlediği localar bugün daracık, karanlık sokaklardan oluşan eski kent merkezinin en aydınlık daireleri olmuş. O günlerden yalnızca bu dairelerin balkonlarındaki eski loca numaraları kalmış.

Anayasa Meydanı'nın kemerli kapılarının dördü de eski kent merkezinin dar parke sokaklarına açılıyor. Buradaki binaların hemen hemen hepsinin alt katında bar olarak işletilen küçük mekânlar var. Ortalama on metrekarelik bu barların çoğunda bar tezgâhının hemen önündeki birkaç tabureden başka oturacak yer bulunmuyor. Çünkü burada bizim ülkemizdeki gibi bir bara gidip bütün geceyi orada demlenerek geçirmek gibi bir alışkanlık yok. San Sebastianlılar her barda bir tek atıp, bütün geceyi bar bar dolaşarak geçiriyor. Bu geleneğin adı "txikiteo". Yöreye özgü "txacoli" (biraz keskin, bekletilmemiş beyaz şarap) yaygın olarak içiliyor.
Eski kent merkezindeki barları dolaşmaya başlamadan önce yine aynı yöredeki sayısız restorandan birinde akşam yemeği yiyebilirsiniz. Ama alışık olduğunuz yemekleri beklemeyin. Bask mutfağı İspanya'nın en zengini, San Sebastian'ınki de Bask bölgesinin.
Ama yemek konusunda biraz titizseniz eğer; "ben bilmediğim, görmediğim yemeği yemem arkadaş!" diyorsanız, o zaman yapmanız gereken tek şey var: Akşamın çökmesiyle beraber ağır ağır eski kentin barlarını dolaşmaya başlamak, yani "txikiteo". Uğradığınız barlarda tezgâhın üzerine dizilmiş birbirinden leziz "pintxo" (meze, ama buranın "pintxo"ları İspanya'da bir tane!) tabaklarını göreceksiniz. Sakın ilk uğradığınız barda karnınızı doyurmaya kalkmayın. Çünkü gece boyunca deniz mahsullerinden kırmızı ete, mevsimin en taze sebzelerinden çeşit çeşit peynire kadar pek çok farklı malzemenin kullanıldığı birbirinden ilginç yüzlerce "pintxo"yla karşılaşacaksınız. Her barın kendi spesiyalleri var.

Eski kentten denize ulaşmak için kemerli bir yoldan geçersiniz. O zaman önünüzde bir renk cümbüşü belirir. Burası her biri farklı renklere boyanmış, irili ufaklı yüzlerce balıkçı teknesinin demirlediği küçük balıkçı barınağıdır. Sağa doğru devam ederseniz yol sizi ağır ağır yukarı, Urgull Tepesi'ne götürür. Ama Urgull'a çıkmadan önce Denizcilik Müzesi'ne ve Akvaryum'a uğramakta fayda var.
Denizcilik Müzesi'nden çıkınca biraz ileride, tam Urgull Tepesi'nin eteğinde kurulmuş bir balık müzesi Akvaryum. Devasa boyutlarda bir akvaryum boyunca uzanan bir tüpgeçitte kısa bir yürüyüş yaparak, denizaltındaki dünyayı tanıma fırsatı buluyorsunuz. Akvaryum'da yaklaşık 3 bin çeşit balık sergileniyor. Ama en büyük ilgiyi bir çift köpekbalığı ve 1878 yılında San Sebastian açıklarında avlanan bir balina iskeleti topluyor.
Akvaryum'dan çıkıp önünüzdeki patikayı takip ederseniz, yol sizi Urgull Tepesi'ne götürür. Zirveye tırmanan yol boyunca her yüz metrede hem manzarayı seyredebileceğiniz, hem de banklara oturup dinlenebileceğiniz balkonlar yapılmış. Tepeye çıkarken göreceğiniz mezarlık, Bağımsızlık Savaşı sırasında öldürülen İngiliz askerlerin defnedildiği "İngiliz Mezarlığı"dır. Yolun bittiği yerde karşınıza 12. yüzyılda inşa edilen Mota Kalesi çıkar. Kalenin hemen yanında dev Sagrado Corazon (İsa Peygamber) heykeli bütün kente hâkim.

Parkın bittiği yerde La Concha Plajı başlıyor. Güneşli günlerde bütün şehir buraya akıyor. San Sebastian'da denize girmek için en uygun ay ağustos. Hem deniz sıcak, hem hava. Eylül ve ekim aylarında da denize giriliyor ama havanın nasıl olacağını kestirmek zor. Bazen birkaç gün süren yağmurlar kentin orta yerindeki plajların keyfini kaçırabiliyor.
La Concha Koyu aslında limandan Igeldo Tepesi'ne kadar uzayan bir kumsal ama yerlilerin Pico de Loro (Papağan Gagası) dedikleri kayalık bir yükselti, bu kumsalı ikiye ayırıyor. Bu nedenle bu küçük koyda iki plaj bulunuyor. Bu yükseltiyi aşmak için küçük bir tünelden geçiliyor. Ardından da Igeldo'ya kadar Ondarreta Plajı uzanıyor.
Sahil boyunca tüm kentin çevresini dolaşabileceğiniz bu yedi kilometrelik yürüyüş parkuru San Sebastianlı ünlü heykeltıraş Eduardo Chillida'nın Rüzgâr Tarağı (Peine del Viento) isimli soyut eseriyle Igeldo Tepesi?nin eteklerinde son buluyor. Aynı şekilde Urumea Nehri'nin iki kıyısı boyunca da parklarla, meydanlarla bezenmiş uzun yürüyüş parkurları var. San Sebastianlılar için buralarda uzun gezintilere çıkmak vazgeçilmez bir alışkanlık.
Burada yapabileceğiniz tek şey var: San Sebastianlıların yaptığını yapmak: Sahil boyunda ve Urumea Nehri kıyısında uzun yürüyüşlere çıkmak, kent merkezinde bulunan üç plajda ya da yakınlardaki daha sakin plajlarda yüzmek ve geceleri eski kent merkezindeki barları dolaşmak. Ya San Sebastianlılar turist gibi yaşıyor ya da siz kendinizi herhangi bir San Sebastianlı gibi hissediyorsunuz. Ben ikincisine daha yakınım, benim için bu kentin en güzel yanı bu. Turist olduğunuzu hissetmemeniz.
Cantabria Denizi'nin uyuyan denizkızı diyorlar San Sebastian'a. İspanya'nın en güzel kenti. Yirminci yüzyıl başında Avrupa'daki kraliyet ailelerinin yazlarını geçirdiği sayfiye. İçinden geçen Urumea Nehri'nin dingin şarkısı eşliğinde, turistlerin ve San Sebastianlıların aynı biçimde yaşayabildiği huzur dolu kent.

Yazı: Bülent Kale / Fotoğraflar: Fatih Pınar


Konular